Biraz Sanat Biraz Müzik

Türkiye'de gündem bu kadar yoğun ve hızlı değişkenlikler içerisinde yol alırken ben sizi birazcık da olsa soluklandırmak ve sanat açısından nasıl bir bakış içerisinde olduğumuzu paylaşmak istiyorum. 

Çevremizde bu kadar kan, barut, ölüm ve özgürlükler kısıtlanırken sizleri biraz da olsa yaşama ve sevince davet etmek, üzerimize sinmeye çalışan bu kötü kokulardan sizleri uzaklaştırmak istiyorum. 

Şöyle bir bakalım ülkemizin sözüm ona sanat camiasına. Tabiri caiz ise çakma adamlar ve kadınlar sanatçıyım diye ortalıkta dolanır. İşte bu sanat camiası kendi içerisinde kendine benzeyen hatta klonlanmış gibi sanatçı müsvetteleri üretir. Bunları da medya aracılığı ile halkımız ile paylaşır. Halkımız da verilen bu algı ile sanatın ve sanatçının bu şekilde olduğunu bilinç altına yerleştirir. Bu sanatçılar her branştan üretilir. Yani müzik, resim, tiyatro, dizi oyunculuğu, sinema oyunculuğu gibi. 

Tabii bu sanatçıların rüştünü ispat etmesi için mutlaka bir yurt dışı çalışması yapması gerekir. Eğer şu veya bu şekilde yurt dışına çıkıp ( aslında tatil amaçlıdır) 3 ay eğitim ve atölye çalışmalarına katıldı haberini medyada yayınlatırsa işlem tamamlanmıştır. 

Çünkü bu çalışma yurt içi çalışmalarında fiyatını belirleyecektir. 

Sonuç olarak şu soru karşımıza çıkar, kaç paralık sanatçısınız? Bunu belirlemekte batılı iş bilenler belirler. Eğer batılı sizi onaylarsa sanatçısın, yoksa üzgünüm daha çok çalışman lazım. 

Bizdeki yanlış algı şuradan başlıyor. Bizde ki sanat anlayışı farklı göz boyayıcılık ve satılabilirlik ve pazarlama üzerine oturtulmuş. Hele birde Avrupa’dan örneğin, Roma’da her yıl düzenlenen “Accademdemia Internazionale d’Arte Moderna gibi bir yarışmadan ödülünüz varsa, ya da Paris'de, Milano'da bir sergi açma fırsatı yakaladıysanız bizdeki galeri sahipleri hemen;  “Tamam”, işte sanatçı der ve onay alırsınız. Yoksa istediğiniz kadar iyi olun içeride kendinizi kabul ettirmeniz nafile. Hiçbir galeri sahibi veya yapımcı Avrupa’da başarı elde etmemişseniz sizi sahiplenmez. 

Bu sanatçı neden değerli?” Diye sorarsanız;  “Avrupa da başarı elde etti.” Cümlesinden öteye bir cevap maalesef alamazsınız.  Avrupa'yı ve batıyı kafalarında öyle bir yere koymuşlardır ki;  “Orası beğendiyse ben kimim ki beğenmeyeceğim”, diye düşünür bizim iş bilenler. 

Bu anlayış sanatçının hiçbir ön koşula bağlı kalmadan kendisinin iyi olup olmadığını görmesinde engeldir. Türkiye de bir sanat eserine gerçekten sorulması gereken soruları soran galerici veya yapımcı çok azdır. Tüm bu yukarıdaki anlatılanlarda Türk sanatının üslup ve tarzının  bir ekol olmasının ve oluşmasının önündeki en büyük engel, geçilmesi en güç yel değirmenleri gibidirler. Tam anlamıyla batı odaklı sanat anlayışı batıya yöneliş kendi sanat anlayışımızı bir türlü açığa çıkaramaz hatta çıkmasına bu anlayış engel olur. Bakınız Avrupa’da oturmuş bir Hindistan, İran, Kore, Japon tarzı vardır. Peki,  bizdeki eksiklik nedir? 

Avrupalı kendi sanat ve sanatçısını öyle güzel bir algı ile sunar ki çok profesyonelcedir. Avrupa'da bir sergiye giderseniz şöyle bir sistem ile karşılaşırsınız. Karşılaşacağınız manzara sizi şaşırtmasın, zaten bu müzenin çok olan ziyaretçi sayısı Dan Brown’un “Da Vinci’nin Şifresi” romanından sonra katlanmış görünmektedir. Müzede Sümerler ve Akadlar’dan kalma eserler, Mikelangelo’nun benzersiz heykelleri, Boucher’in paha biçilmez tabloları vardır. Şaşıracağınız yere gelelim daha girişten itibaren sizi yönlendiren ok işaretleri sizi ve bilinçaltınızı Mona Lisa’ya ulaştırır. Diğerlerine ne gerek varmış gibi sizi popülizm karşılar. Kısacası popülersen kazanırsın. Yoksa sadece dolgu malzemesi olmanın dışına çıkamazsınız. 

Türkiye’de de sürekli sanatçı arayışı var. Fakat yeni albüm çıkaran pop şarkıcıları gibi piyasa her çıkan kişi birkaç ay sükse yapıp daha sonrada unutulur. Ben sanatçı kırılganlığını ve doğasını bildiğim için, hiçbir sanatçının sıfırdan keşfedildiğini düşünmüyorum. Sanatçı görülebilirliği açısından doğru zamanda doğru yerlerde olmalı ve doğru kurumlara başvurmadığı sürece de keşfedilmesi çok zor. Hele bu ülke bir de Türkiye ise. Bir engel daha, o da hangisi doğru kurum, hangisi ciddi dernek? 

Durum böyle olunca da sanatçı, sanatı hayatının odağında tutmakla yetinmeyip, insan ilişkilerini de profesyonel ilişkilerini de güncel tutmalı, entelektüelliği yakalamalı doğru ve düzgün sanat kuruluşları ve derneklerle çalışmalı. Görünen o ki, Türkiye dışarıdan onaylanmamış sanatçıları pek benimsemiyor. Bu sanatın diğer dalları için de geçerli.   Savaşın acı ve ölüm, sanatın ise yaşam ve sevinç getirdiğini unutmamalı ve bu değerlerimize sahip çıkmalıyız. 

YORUM EKLE

Yorum ekle

Loading

Bumerang - Yazarkafe