Sahte Cennet...

Hiç kötülük olmasın, kimse ölmesin, fakirlik, acizlik hemen ortadan kalksın.. Dolaplarımız tıka basa kıyafetler, mutfaklarımız çeşit çeşit yiyeceklerle dolsun istiyoruz.. Kimse kimseye muhtaç olmadan yaşasın! Dertsiz, tasasız bir hayat sürelim ve hiçbir konuda kendimizi yormadan hemen sahip olalım..

Son zamanlarda gerek başka ülkelerde, gerekse kendi ülkemizde, toplum olarak yaşadığımız bir çok olayların art arda gelişi yüzünden, çoğumuz yaşama sevincimizi kaybettik ve hatta isyanlara yöneldik.. Çoğumuzda hemen en kısa yoldan, lanetlere ve küfürlere başvurduk..!

İnsanlık tarihinin hiç bir döneminde bu şekil maddeye yönelik istekler doğrultusunda arzu edilen "cennet" halinin yaşanması söz konusu olmamıştır.. Olamazda! Bu nefsin sunduğu arzularla dolu bir "sahte cennet" in resmidir!

Sadece Adem ve Havva'nın dünya serüveni başlamadan önceki yaşadıkları "cennet" adı verilen "hal" ile bu mümkündü!

Bunu daha sonra Efendimiz (s.a.v) Hakikati Muhammediye denen bir bilinç, bir hal adı altında vurgulayarak, tüm insanlığı bu anlattığı bilinç ve hal e ulaştıracak yolu anlatmış ve bizleri bu yola yönlendirmiştir..

Hiç geriye dönüpte Efendimizin yaşadığı ve bu bilinci insanlara yaymaya başladığı Asr-i Saadet denen o dönemleri düşündünüz mü?

Hangi şartlarda yaşamışlardı? Asr-i Saadet denen dönem , bolluk, zevk, sefa ve herkesin dertsiz, tasasız , her istediğinin olduğu bir süreç miydi acaba?

Elbetteki değildi! Onlar dünyanın en kötü şartlarında en iyi Müslümanlar olarak kalmayı başarabilmişlerdi çünkü Efendimizin (s.a.v) anlattığı o bilinci yaşıyorlardı .

Maddeye yönelik isteklerden çok, hepsi bir bütün olarak bilinçlerini o cennet hali denen bilince, hakikati Muhammedî frekansına uyumlamış ve bu hali yaşıyorlardı! Onca acı ve yokluk içinde, kimse kimseye küfredip isyan etmiyor, kimse kimseyi suçlamıyor ve sadece büyük bir inanç, aşk ve iman dolu yüreklerle inandıkları şeyi yaşayabildikleri için, acıdaki tatlıyı görebildikleri için, mutlu oluyorlardı.. Bu bilinç ve bütünlük maalesef Efendimizin(s.a.v) vefatından sonra sona ermiştir.. Bir parçalanma ve dağılma söz konusu olmuştur.. Günümüzde maddeye ve bedene dönük istek ve bu yöndeki yaşamlar daha da artmıştır.. O zaman ile bu zaman arasında büyük bilinç farkı da oluştu elbet..İnsanlık daha çok şeyi başarmış ve sistem gereği o zamanlar hayal bile edilemeyecek şeyler, bugün açığa çıkmış ve çok basit bir şekilde ulaşılabilir hale gelmiştir..

Evet her şeyin kolaylıkla ulaşabileceği ve hayatımızı kolaylaştıran bunca şeye sahip olarak yaşayınca mı ulaşılıyor bu Efendimizin(s.a.v) anlattığı o bilince, yada " cennet" haline? Kendi yaşamı boyunca yaptığı eylemler bu yönde miydi acaba?

Her şeyi putlaştırma derecesinde önemsemenin verdiği sebeplerden dolayı, tüm bu sahip olunanı paylaşamamanın verdiği eziyet, açlık, sefalet ve savaşlar..

Efendimiz cahiliyet döneminde de bunlarla savaşmamış mıydı? İnsanların bilinçlerindeki tüm bu putları yıkmamış mıydı? Neden diye sormuyor muyuz hiç kendimize? Nedir paylaşılamayan?

Hem bize bir söz mü verildi? Bu dünyada rahat ve keyif içinde yaşayacaksınız diye bir garanti veren mi oldu. Ne buyuruyor Rabbimiz, yemin ederek ?    “Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” [Bakara, 155)

"Yoksa siz zannettiniz mi ki Allah, içinizden o mücahede edenleri( aziym ve kararlılıkla hakikati yaşamak için mücadele edenleri) belli etmeden, bu yolda sabırla devam edenleri ortaya çıkarmadan ,cenneti yaşayacaksınız! (Ali imran, 142) 

Yoksa siz sizden öncekilerin başlarına gelen mesel olmuş sıkıntılarının sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntı, bela gelip çattı, sarsıldılar ki, Resulleri ve yanındaki iman edenler "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek" dediler. Haberiniz olsun ki Allah Nusret'i yakındır! (Bakara 214) 

Anlaşılıyor ki… Mümin isen ilk adımda bilincini tüm bu putlardan arındıracaksın! Bugün sadece seremoni şekline bürünmüş her Müslümanın kişisel yükümlülüğü olarak belirtilen ibadetler sadece Müslüman olmak, İslam'ı yaşamak olarak algılanır hale gelmiştir! Oysa İslam bu kişisel yükümlülüklerinde üstünde olan yükümlülüklerin de yerine getirilmesi, bunların hayata geçirilip birebir tecrübe edilmesi ile asıl amacına ulaşmaktadır! Artık ilmimizi, insanı ve onun gerçeklerini anlatan Kuran ın anlattıklarını bir masal gibi algılamaktan ziyade, farkındalıkla yaklaşıp bu ilmi bu bilgileri yaşamımıza geçirmenin tam zamanı. Bizden beklenilen Allah sistemi olan sünnetullaha şahitlik ve şahadet bilincine erişmektir! 

Dostlarım işte artık o ilk ayetin tam zamanı "OKU! " fark et, anla ve yaşamına geçir! Sistemin hızına ve manalarına ulaş!  Elenenlerden olma! Ancak okuyabilenlerden olursak azap ve yangınlarımız söner, çünkü fark ederiz , anlarız ve anlayınca da şahit olmuş ve OKU muş oluruz!

Saygılarımla

AKemale Aladağ

YORUM EKLE veya YORUM OKU

Ne Ekersek Onu Biçeceğiz

Kendimi bildim bileli hep o içimdeki sonsuz sınırsız, hakim olamayıp sürekli dışa taşırdığım "Sevgi" denen duyguya bağlı yaşadım.. Karşımda bu duyguyu açığa çıkaran, sevgisini gösteren ve hissettiren her kişiye; ne konumuna, ne yaşına ne görünüşüne bakmadan sanki doğal bir refleks gibi hep karşılık verdim. Her kim olursa olsun verdiğinin karşılığını ona daha da büyüterek yürekten, gönülden daha da fazlasıyla geri vermeye uğraştım.. Etrafıma bakınca ,gerek hayat şartlarının etkisi, gerek medyanın gün be gün beyinlere aşılanan o sevgi yoksunu, hileye, art niyete ve kötü düşünceye iten program ve yazıları ile insanların sevgiden uzaklaştırıldıkları ve ne kadar sevgiye muhtaç yaşadıklarını büyük bir farkındalıkla görebiliyorum. Bırakın bir haber programını izlemeyi, Televizyonu bile açıp izleyemiyorum.. İzlediğimde insanlığımdan utanıyorum, umutlarımı yitiriyor gibi oluyorum ve tüm enerjimin çekildiğini hissediyorum.. Şeytanın insanı çekememesinin tek sebebi Aşk tan sevgiden yoksun oluşuydu! Şimdi biz insanlar gerçek manada sevgi ve aşkı yaşayamıyor hatta sanki duygusuz bireyler gibi sadece menfaat üzere ilişkiler kuruyor ve sona erdiriyoruz. Kimilerimiz ise korkuyoruz! Sevgiyi paylaşmaktan, çevrenin verdiği birçok etkenden dolayı korkuyoruz! Sevginin korkularak paylaşılması kadar acı bir şey var mıdır! İnsanın var oluş sebebi sevgidir! Bizler artık her şeyden korkan, sadece kendisi için işleyen bir sistemde yaşamayı arzu eden, başkalarının duygu ve ihtiyaçlarına değer vermeyen, her an ipleri koparmaya hazır, egoları tavan yapmış bireyler olarak dolaşıyoruz ortalıkta. Paylaşmayı unuttuk! Aşımızı, insanlığımızı ve en önemlisi de sevgimizi paylaşamamaktan dolayı doğan sorunlara da şaşırır olduk! Bu neden böyle oldu? Sorumlusu kim? gibi sorularla ortalıkta kalakaldık!

Bir an olsun etrafın, medyanın etkisinden kurtulup, durup düşündünüz mü acaba! 

Ben tüm bu haksızlıkları, zulümleri, hırsı, öfkeyi görüyorum evet ve önceden hep uzaklarda, bilmediğimiz yerlerde duyduğumuz tüm bu olaylar artık bizimde burnumun dibinde olup bitmeye başlayınca hemen bir sebep ve suçluyu aramaya yöneldiğimizde , ilk olarak kendinize dönüp te bir sordunuz mu acaba! Kendimden ne kattım yaşadığım evrene? Sevdiklerimle neler paylaştım? Enerjimin ne kadarını öfkeme ve ne kadarını sevgiye ayırdım? Bu evrende bana düşen görevi ne kadar yerine getirdim? İşte bunların cevabı çok önemli! Kendinize dürüst cevaplar verin! Hırs ve nefrete bürünmüş halde kırdığınız kalpleri düşünün.. Arkanızı dönüp, çekip giderken, kırıp döktüğün bir şeyler kalmış mı diye bir bakın! Birilerine güvenle el uzatıp, güvenini yıkmış olabilir misin acaba ? Onun kendine olan güvenini, insanlara olan güvenini yok etmiş olabilir misin? Hepimizin ilk adımda kendimizden başlaması gerekiyor sorgulamaya!

Demem o ki bu evrenin acılarını bizler dindireceğiz, bizler iyileştireceğiz.. Rengarenk, farklı biçimlerde ama bir bütünün parçalarını oluşturan küçücük puzzle parçaları gibi diğer parçayı kavrayıp onu sımsıkı tutarak, bütünlüğü bozmadan yapıcı olacağız! Birbirimize, dürüstlüğü, paylaşmayı ve en önemlisi de sevgiyi aşılayacağız.. Bunu şimdi yaparsak bizden sonraki nesillere; Kavga, hırs, ve gösteriş olsun diye bir iki ağaç ve mal mülk değil de; Sevgi dolu, tertemiz bir yürek, umut dolu yarınlar ve birlik beraberlikle yürütülen, huzurlu bir yaşam bırakacağız.. Ne ekersek onu biçeceğiz..

Sevgilerimle

A.Kemale Aladağ

 

YORUM EKLE veya YORUM OKU

Erkek ve Kadın

Rahman ve Rahim , Erkek ve Kadın

O sonsuzluk, yokluk ve soğuk boşluk içinde, "varlık " ancak Allah'ın Rahman isminin tecellisiyle olmakta. Rahman olan Allah, yokluğa bu ismiyle tecelli ettiğinde VARLIK oluşmaktadır. Bu oluşma sürecinde "Rahman" kaynak olan Esma, "Rahim" ise varoluş sürecini yapan Esma demektir. Yokluk bu isimlerle varlık kazanmakta ve hayat bulmaktadır.. 

Rahman karşısında rahim hangi konum da ise erkek karşısında da kadın o konumdadır. Rahim sözcüğü Rahman’ın türevi (dalı, budağı) olduğu gibi kadın da erkeğin dalı budağıdır..

Bir erkek açısından kadın onun eksik olan parçasıdır.. Bir nevi erkek ağacın kökleriyse , kadında onun dalıdır.. Erkeği tamamlayıp devamını sağlar.. Kök dalın ihtiyacı olan her şeyi dala aktarır ve bilir ki ancak ve ancak dal onun devamını sağlar, yoksa tekamülü tamamlanmaz ve var olması gereken, açığa çıkması gereken şey asla var olamaz..  

Rahmet eşlerin birbirine duyduğu özlemdir, birlikte olma arzusudur demiş İbn-i Arabi ve şöyle devam etmiş "Kadın açısından parçanın bütüne, dalın köküne, garibin vatanına duyduğu hasret ve özlemdir bu. Erkek açısından ise bütünün parçasını, kökün dalını arzulaması ve ona kavuşma isteğidir.

Kök dalını arzular, zira onunla devam eder, onunla tamam olur. Erkek de ancak kadınla tamam olur. Aksi halde eksik kalır. Sevgi ve rahmet sayesinde bütün parçayı, parça bütünü arar, bulur, onunla bütünleşir, kaynaşır. Bu kaynaşma erkeğe babalık, kadına annelik vasfını kazandırır”. Kadına Allah’ın “ibda ve icat” yani yoktan var etme sıfatının mazharı der “ Çocuk dünyaya getirince kadın, Allah’ın yaratıcılık sıfatı onda tecelli eder” “Kadının değerini, ondaki sırrı ve hikmeti bilen kemale erişir” der.

Efendimizde (s.a.v) “kadınlar bana sevdirildi” diyor. Sevdiren kim? Sevdirilmek sevmenin ilerisinde bir şeydir ve sevmeyi içerir. Sevmek beşeri, sevdirilmek ilahi kaynaklıdır. Yüce Allah Efendimize(s.a.v) onu kendisinden uzaklaştıran şeyleri değil, yaklaştıran şeyleri sevdirir ve kadının , Allah'ın "rahim " yoktan var eden sıfatının açığa çıkışı olduğunu kavrayan erkekte ,kadına olan sevgisi daha derin olur ve bu bilinçli, derin "muhabbet ve Aşk" erkeği Allah’a yaklaştırır..

Bu manayı çok iyi okuyabilen en önemli bir isimde ATATÜRK tür ve demiştir ki “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” Kadının bu manasını çok güzel ifade eden bir Üstat da AZİZ NESİN dir. ve “Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir” demiş ve eklemiştir. Kadına sperm verirseniz, size çocuk verir.Kadına bir ev verirseniz, size bir yuva verir. Kadına sebze verirseniz, size yemek verir, sizi doyurur. Kadına bir gülücük verirseniz, size kalbini verir. Kadına bir şarkı söyleyin, size konser verir.Ve kadın, kendisine verileni çarpıp çoğaltarak geri verir. Bu yüzden, ona çamur atarsanız, karşılığında bir bataklıkta boğulmaya hazır olun! 

Bu gün maalesef, erkek olsun kadın olsun, Allah'ın bu manalarını ve sistemdeki işlevini bilmediklerinden ve dünya denen bu alemde, sahip oldukları bedeni kullanarak sadece beş duyunun verdiği hislere bağlı kalarak, bilinçsizce, umarsızca bir an bile üzerinde düşünmeden gündelik aşklar yaşıyorlar. Bazen de birbirlerini kıra döke bu güzel manaların hakkını veremeden, bu önemli iki manayı hakkıyla birleştirip asıl açığa çıkması gereken şeylerin yolunu kapatarak, önlerine açılan muhteşem bir yolu yine kendi elleriyle kapatmış oluyorlar.. Allah'ın manalarını ve sisteminin işleyişinin, idrakini kolaylaştırdığı kullarından olmak dileğiyle

Sevgilerimle

YORUM EKLE veya YORUM OKU

Bumerang - Yazarkafe